5 Aralık 2009 Cumartesi

Yani...





Petrol şeyhinin biri, üniversitede okuması için oğlunu
İstanbul'a gönderir.

Çocuk ilk devreyi başarıyla
bitirdikten sonra notlar değişmeye ve çocuk
hafiften serserileşmeye
başlar.
İşin kötüsü, memleketten çocuğa
gönderilen avuç dolusu paralar da artık
yetmemektedir!
Şeyhimiz oğlunu kontrol etmek için
adamlarından birini İstanbul'a gönderir.
Adam İstanbul'a gelince bir de ne
görsün? Şeyhin okusun diye gönderdiği oğul
okulu bırakmış,
kendini
karıya kıza vurmuştur. Uzun
aramalardan sonra çocuk Boğaz kenarında
salaş

bir meyhanede
bulunur.

-'Ya seydi, bu ne kepazeliktir!
Baban seni merak eder!
Kalk gidiyoruz Arabistan'a!'


Çocuk:

-'Ayva seydi' der, 'Ama önce bir
otur da şu manzaraya bir bak...'

Şeyhin adamı 'Bunda ne kötülük
olabilir ki' diye düşünür ve masaya oturur.

Sandalcılar çaparilerini
sallamakta, arkadaki tepelerin ardında batan
kıpkırmızı güneş, Boğaz'ı kırmızının
tonlarına boyamaktadır. Manzarayı
seyrederken, garsonun getirdiği kavundan
bir tane ağzına
atar.

Ardından peynirin de tadına
bakılır. Eh eşek değiliz ya, şu aslan sütü
denen
meretin de bir tadına
bakalım
derken orada ipler
kopar.

Şeyhin oğlu ve Boğaz tarafından
ayartılan adam, yorgun ve akşamdan kalma
oldugu anlasilan bir
sesle,
15 gün sonra, efendisini
arar:

-'Ya seydi, Veled mazbut...
velâkin memleket puşt!'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder