21 Aralık 2009 Pazartesi

"Bir fican kahve...


Bir gün bir Felsefe profesörü, elinde birkaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığında, hiçbir şey söylemeden, önüne büyükçe bir Turşu kavanozunu alır ve ağzına kadar tenis TOPLARI ile doldurur ve Öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;
Öğrenciler ittifakla kavanozun dolduğunu ifade ederler,
Profesör önündeki kutulardan bir tanesinden aldığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, çakıl taşları kayarak tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve Öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, onlar da 'evet' doldu derler,
Profesör bu defa masanın üzerindeki diğer kutuyu eline alır ve içindeki kumu yavaşça kavanoza döker. Kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldurur. Ve Öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar, Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.
Profesör bu sefer masanın altında hazır bekleyen 2 kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, fincan Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek;
Ben 'Bu kavanozun sizin hayatınızı simgelediğini ifade etmeye çalıştım'Der.

"Şöyle ki;
Bu tenis TOPLARI hayatınızdaki önemli şeylerdir; Aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir. Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.
O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; İşiniz, eviniz, arabanız vs
Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir. "

'Şayet Kavanoza önce kum doldurursanız ...' diye, anlatmaya devam eder;
'çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz. Aynı şey hayatımız için de geçerlidir. Vaktinizi ve Enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır.
Dikkatinizi mutluluğunuz için önem arz eden şeylere çevirin;
* Çocuklarınızla oynayın.
* Sağlığınıza dikkat edin.
* Eşinizle yemeğe çıkın.
* Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın.
Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, Sıralamayı iyi bilin. Gerisi hep kumdur.
Bu Ara Bir öğrenci sorar;
'Peki, O iki fincan kahve nedir? "
Profesör gülerek:
"Bu soruyu bekliyordum;

Hayatınız ne kadar dolu olursa olsun,
her zaman dostlarınız ve sevdiklerinizle
bir fincan kahve içecek kadar yer vardır."

Mine SEVGİ ÖZER

17 Aralık 2009 Perşembe

DİVÂNÜ LÜGÂT-İT TÜRK'TEN SEÇMELER


ot:ilaç

er:adam

oş:şimdi
üz:yağ
and:yemin etme
ugut:içki yapılan bir hamur adı
igit:yalan
eşiç:tencere
ukuş:zeki
ıduk:kutlu
ökünç:pişmanlık
adaş:samimi arkadaş
epmek:ekmek
eçkü:keçi
üçünç:üç sayısı
ekinç:iki
kul:köle
tün:gece
temür:demir
kenç:bebek

Bardu közü yarukı (Gözümün nuru beni bırakıp gitti)
Aldı özüm konukı (Canımı alıp götürdü)
Kanda erinç kanı-kı (Acaba o nerededir şimdi?)
Emdi udın odgarur (Beni uykudan uyandırıyor)

Aç ne yemes ,tok ne temes (Aç ne yemez, tok ne demez)

...

SlideClub.com

14 Aralık 2009 Pazartesi


Bize Amerkia'nın geleceği,ve sonra gideceği söylenmişti.
Amerika şimdilerde ölüyor,çünkü yeryüzünde nasıl yaşanacağını unuttular,herşey faydacılığa dönüştü ve insanlar ruhani şeyleri unutarak yaşıyor.Eğer doğayla ve yeryüzünün ruhani yanlarıyla bağınızı koparırsanız,yavaş yavaş ölürüsünüz..
Gerçek 1.Dünya Savaşı,Colombo geldiğinde oldu.
2. Dünya savaşı sonunda,60 milyondan,800.000'e azaldık.Neredeyse burada Amerika'da yok edilmiştik.
Herşeyin ruhani bir yanı vardır,herşeyin bir ruhu vardır,ve tek bir yaratıcının parçalarıdır herşey.
Bazıları buna İsa,bazıları Buda,bazıları Allah der.
Biz buna Konkachila (Wakantanka)deriz.
Burada,dünyada sadece birkaç kış varız,sonra ruhlar dünyasına gideceğiz.Ruhani dünya daha gerçektir,ve çoğumuz inanırız ki ruhani dünya herşeydir.
Vücudumuzun %95'i sudur.Ve eğer sağlıklı su içebilirsek sağlıklı kalırız.Avrupalılar ve Colombo gelmeden önce burada sağlıklı suyumuz ve havamız vardı.
Bizim DNA'larımız bir ağacınkine eştir.Bir ağacının ölmemek için neye ihtiyacı varsa,bizim de ona ve ağaca da ihtiyacımız vardır.Böylece ağaçla aynı kaderi paylaşırız.
Hepimiz dünyalıyız.
Dünya;suyunu kirletirseniz,atmosferini bozarsanız,kendi tepkisini verir,fırtınalar güçlenir değişimle yaşanır.
Bana göre,değişimin farkında olmak kötü birşey değil,
bunu adı evrim.Evrim zaman koşuluyla beraber incelenir,ve hiçbirşeyin aynı kalmaması demektir.
Maymunlar sizin atalarınız olabilir,ama bizim değiller.
Ancak akrabadırlar,atalarımız değil.Doğadaki herşeyin
ne kadar planlı gittiğini bilmelisiniz,herşeye bir ruh taşıdığını bilerek yaklaşın,ve büyük bir aile olduğumuzu unutmayın.

Ölüme bir sonmuş gibi 'son'muş gibi değil,bir yaşammış gibi bakın..
Yaşamın sonu yoktur,yaşam sona ermez..

10 Aralık 2009 Perşembe

7 Aralık 2009 Pazartesi

Fıkracık...


Memleketimizde iyimserler kötümserlere kızınca "Hiç mi pozitif bir şey yok bu memlekette birader" diye çıkışırlar. İşte size pozitif bir bahçıvan....
*****
Seyahatten dönen ev sahibi havaalanından bahçıvanına telefon açmış, konuşuyorlar:
- Nasıl, her şey yolunda mı?
- Yolunda... Küreğin sapı kırıldı, şu anda onu tamir ediyordum.
- Neden kırıldı?
- Köpeğinize mezar kazarken zorlamışım, ondan kırıldı.
- Nee! Köpeğim mi öldü?
- Maalesef havuza düştü?
- Benim köpeğim çok iyi yüzerdi; havuzda nasıl ölür?
- Havuzun suyu boşalmıştı, atlayınca beto na çakıldı.
- Havuzu yeni doldurtmuştuk, neden boşalttınız?
- İtfaiyeciler evdeki yangını söndürürken ilave suya ihtiyaç duydular.
- Neee evde yangın mı çıktı?
- Evet efendim. Annenizin vefatı dolayısıyla taziyeye gelenlerden biri yanık sigara bırakmış.
- Annem mi öldü? Yahu kadın daha iki hafta önce sapasağlamdı?
- Haklısınız da... Yatak odanızda karınızla en yakın arkadaşınızı aynı yatakta görünce kalbine inmiş.
- Yahu hiç pozitif bir haber yok mu adam sende?
- Var efendim... Geçen gün siz AIDS testi yaptırmıştınız ya... Sonucu geldi…..
pozitif...

5 Aralık 2009 Cumartesi

..


Yani...





Petrol şeyhinin biri, üniversitede okuması için oğlunu
İstanbul'a gönderir.

Çocuk ilk devreyi başarıyla
bitirdikten sonra notlar değişmeye ve çocuk
hafiften serserileşmeye
başlar.
İşin kötüsü, memleketten çocuğa
gönderilen avuç dolusu paralar da artık
yetmemektedir!
Şeyhimiz oğlunu kontrol etmek için
adamlarından birini İstanbul'a gönderir.
Adam İstanbul'a gelince bir de ne
görsün? Şeyhin okusun diye gönderdiği oğul
okulu bırakmış,
kendini
karıya kıza vurmuştur. Uzun
aramalardan sonra çocuk Boğaz kenarında
salaş

bir meyhanede
bulunur.

-'Ya seydi, bu ne kepazeliktir!
Baban seni merak eder!
Kalk gidiyoruz Arabistan'a!'


Çocuk:

-'Ayva seydi' der, 'Ama önce bir
otur da şu manzaraya bir bak...'

Şeyhin adamı 'Bunda ne kötülük
olabilir ki' diye düşünür ve masaya oturur.

Sandalcılar çaparilerini
sallamakta, arkadaki tepelerin ardında batan
kıpkırmızı güneş, Boğaz'ı kırmızının
tonlarına boyamaktadır. Manzarayı
seyrederken, garsonun getirdiği kavundan
bir tane ağzına
atar.

Ardından peynirin de tadına
bakılır. Eh eşek değiliz ya, şu aslan sütü
denen
meretin de bir tadına
bakalım
derken orada ipler
kopar.

Şeyhin oğlu ve Boğaz tarafından
ayartılan adam, yorgun ve akşamdan kalma
oldugu anlasilan bir
sesle,
15 gün sonra, efendisini
arar:

-'Ya seydi, Veled mazbut...
velâkin memleket puşt!'

29 Ekim 2009 Perşembe

Bing Maps

Bing Maps: "Kuşbakışı"

23 Ekim 2009 Cuma

"Durun anlatayım..."


Evvel zaman içinde,kalbur saman içinde,cinler cirit oynanarken eski harman içinde...Ben deyim bu ağaçtan,siz deyin şu yamaçtan,uçtu uçtu bir kuş uçtu,kuş uçmadı,gümüş uçtu,gümüş uçmadı,Memiş uçtu...Uçar mı,uçmaz mı demiye kalmadı;anam düştü eşikten,babam düştü beşikten...Biri kaptı maşayı;biri aldı kaşağıyı;dolandım,durdum dört köşeyi...Vay ne köşe,bu köşe!Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe:Şu köşe yaz köşesi.Şu köşe kış köşesi.Şu köşe güz köşesi diye iki tekerleyip üç yuvarlarken aşağıdan sökün etmez mi Maraş Paşası!Hemen bir sarıya bir fare deliği bulup,attım kendimi dışarı;gel gelelim şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı;bir fiske vurdular enseme gözlerim fırladı dışarı!Bu öfkeyle minarenin birini belime soktum,borudur diye!Kubbelerini dersen cebime koydum darıdır diye!Abdurrahman Çelebi de bir çifte attı,geridur diye!Ama velakin,tuttum kuyruğundan,ileri diye!O gitti,ben gittim...Az gittim.Uz gittim...Dere,tepe düz gittim...Güzelleri seçerek;çayır,çimen geçerek;lale sümbül biçerek;soğuk sular içerek altı ayla bir güz gittim.Bir de dönüp ardıma baktım ki;ne göreyim...Meger gide gide bir arpa boyu yol gitmişim.

Ne ise,var varanın,sür sürenin baykuşu çoktur viranın,derken efendimin ağası,bir ayağımı baldıranlara basmayayım mı korudur diye!Birini de tutup denize atmayayım mı kıyıdır diye!Kuruydum ıslandım;sel beni neyler?Islandım kurudum;yel beni neyler?Mangırım yok,pulum yok;il beni neyler? Dostu düşmanı araladım,bedavadan bir kayık kiraladım;fış fış kayıkçı;kış kış kayıkçı;kayıkçının küreği tıp tıp eder yüreği,akşama fincan böreği,sabaha bayram çöreği...Yesem yesem doymasam! Kabeye gitsem gelmesem! Zemzem ile yusalar! Kına ile gömseler!..

Yok yok kayıkçı,aman çabuk kayıkçı! Evde benim etim var;bir yaramaz kedim var;kedim eti yerse,anam beni döverse...Vay başıma,hay başıma;bir devlet kuşu konsa şu benim kel başıma! Demiye kalmadı,birde gördüm ki,ne göreyim? Adıyla sanıyla,yeşiliyle alıyla"Zürüt-ü Anka dedikleri değil mi? Kaf Dağı'nın ardından süzüm süzüm süzülüp geliyor...Bakın be yahu! Yüzü insan,gözleri ahu! Martaval değil,masaldır masal bu!...

Dolana dolana gelir Rumeli'nin yılanı...Nasıl uydurdum ben bu kadar yalanı..?

(Eflatun Cem Güney'den)

22 Ekim 2009 Perşembe